
Gürkan Sekmen, Amerika’nın aya gittiği günlerde Osmanlı’nın payitahtı kadim kentte dünyaya gözlerini açar. Neyse ki çocukluğu ekransız internetsiz bir döneme rastlar ve radyo tiyatrolarının zengin dünyasında geçer. Soğuk Savaş’ın darbe dönemlerinde başlayan gençlik yılları ise Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başka bir hal alır.
Doğduğu şehirle aynı adı taşıyan üniversiteyi bitirir, orada yüksek lisans ve doktora da yapar. Böylece Berlin’in yıkılan duvarlarından ortaya saçılan yeni ışıltılı yaşam tarzının vaatlerine bir süreliğine kapılır ve ikbal peşinde koşar. Ancak kırklı yaşlara geldiğinde gönlünün muradının sınıf atlamak ve hayat standartlarını yükseltmekten ibaret olmadığının farkına varır. Kahramanımız gün gelir tüm cesaretini toplar, profesyonel hayatla tadında bir yerde vedalaşır ve kurduğu eğitim firmasıyla hedef kitlesinin gönlünü çelmeyi başarır. Ne zaman onu dinleyecek bir topluluk bulsa anlatmayı sevdiği için bu iştiyakından kendisine bir dünya yaratmaya muvaffak olur. Artık o, kurumsal hayatın dertlerine deva olmaya kendini adamış bir danışmandır.
Böylece harıl harıl eğitimler verir, akademiler kurar, koçluk ve danışmanlık yapar, etkinlikler, seminerler ve konferanslar düzenler. Derken, günlerden bir gün içinde biriken bir hikâyenin kök salıp çoktan filizlenmeye başladığını fark edince muharrir olmanın hayallerini kurmaya başlar. Bu ülkenin ve dünyanın yarım asırlık görgü
tanıklığını edebiyat tutkusuyla birleştirip hikâyeleştirme arzusu içini kemirip durmaktadır. Belki de tanığı olduğumuz şeyler ancak bir kitabın içine girdiğinde yakamızı bırakıyordur.
Tam bu esnada imdadına pandemi hızır gibi yetişir ve ona yazarlık için cömert bir zaman dilimi bahşeder. Yıllarca zihninin ücra köşelerinde demlenen hikâye elinizde tuttuğunuz kitaba dönüştüğünde artık kendisini tüy gibi hafiflemiş hissetmektedir. Yazarımız yaşlanmanın tadını hayatının yirmi beş yılını geçirdiği kadınla birlikte çıkarmakta ve kızıyla da beraber büyümeye devam etmektedir.